Bu Blogda Ara

slider

Son Paylaşılan

Navigation

Fecri ati edebiyatı topluluğu şiiri özellikleri

Fecri Ati Edebiyatı Topluluğu Özellikleri, Sanatçıları, Şairleri, Temsilcileri (1909 - 1912)

Fecri Ati Edebiyatı Özellikleri, Temsilcileri, Fecr-i Ati Şiiri

24 Temmuz 1908'de ilan edilen II. Meşrutiyet'ten sonra ülkede canlı ve hareketli bir edebiyat hayatı başlamıştır. Edebiyatta ki bu canlılık aslında ülkede II.Meşrutiyet'in getirdiği özgürlük ortamı içinde her türlü fikrin serbestçe tartışılabilir hale gelmiş olmasındandır. II.Meşrutiyet'in ilanından sonraki devirde edebiyatımız biraz da Abdülhamid'in baskılı rejiminden kurtularak imparatorluğu çepeçevre saran siyasi olayların içine girmiştir.

Bu yılların edebiyat ortamında edebiyata hevesli İstanbul gençlerinden bir grup 1909 da Fecr-i Ati adında bir topluluk kurarlar. Ülküleri Servet-i Fünun topluluğuna benzeyen fakat onlardan daha ileri bir edebiyat topluluğu meydana getirmektir. Bu sanatçılar da tıpkı Edebiyatı Cedideciler gibi Servet-i Fünun dergisini kendi eser ve görüşlerini yazacak bir organ saymışlar, edebiyatta yapmak istediklerini de bir bildiri ile açıklamışlardır.

Bu bildiride yeni görüşün hangiprensiplere sahip olduğu ve çizilmiş bir hedefe benzer hususlaryoktur. Edebi bir görüşün belirtilmesinden çok,genç edebiyatçılarınbirlikte hareket edecekleri ve topluca çalışıp yazacakları açıklanmıştır. Önemlibir prensip ortaya koyamayan ve Servet-i Fünuncular kadar etkili bir ekol olamayan Fecri Ati topluluğunun daha sonraları ortaya çıkan gaye ve prensibişöyle özetlenebilir: "Sanat, şahsi ve muhteremdir."

Ne var ki topluluğun üyelerinin hem yaş olarak çok genç olmaları,hem kültür yönünden oldukça zayıf bulunmaları,hem de edebiyatımızda yeni bir çığır açacak önemli prensipler ortaya koyamamış bulunmaları yüzünden Milli Edebiyat Hareketi'ni savunanlarca çok kolay bertaraf edilmişlerdir. Zaten Fecri Ati topluluğu varlıklarını gösterebilmek için sık sık kendilerinden öncekileri hırpalayan eleştiriler kaleme almaktan, Edebiyatı Cedideciler'in dil anlayışlarını sürdürüp bazı batı örnekleri teklifinden başka önemli bir rol oynayamamışlardır.

Ali Canip Yöntem'in o zaman Selanik'te topluluğun muhabir azası olmasına rağmen, onların fikirlerini de eleştirmesi belli bir edebi görüş birliğinin Kurulmamış olduğunu gösterir. Bu yüzden Fecri Aticiler daha fazla dayanamayıp iki yıl sonra Balkan Savaşı içinde dağılmışlardır.

Fecri Ati topluluğunun yazarları şunlardır:
  • Ahmet Haşim,
  • Celal Sahir,
  • Emin Bülent,
  • Mehmet Fuat,
  • Tahsin Nahit,
  • Faik Ali,
  • Refik Halit,
  • Yakup Kadri Karaosmanoğlu,
  • Hamdullah Suphi,
  • Fazıl Ahmet,
  • Müfit Ratip,
  • Şahabettin Süleyman
Sonuç olarak bu topluluktan edebiyat tarihimize önemli bir ekol değil, bir kaç tane isim kalmıştır. Yakup Kadri, Refik Halit, Ahmet Haşim ve Fuat Köprülü. Bunlardan Ahmet Haşim dışında diğerleri Milli Edebiyat akımının önemli ölçüde etkisi altında kalarak, yazı hayatına devam etmişlerdir. Bilhassa Fuat Köprülü, daha sonraları yaptığı ilmi araştırmalarla Milli Edebiyat hareketinin aydınlanıp yayılmasına önemli katkılarda bulunmuştur.

Fecr-i Ati Edebiyatı'nın Özellikleri
- 20 Mart 1909'da Hilal Matbaası'nda toplanan Şahabettin Süleyman, Yakup Kadri, Refik Halit, Cemil Süleyman, Köprülüzade Mehmet Fuat, Tahsin Nahit, Emin Bülent, Ali Süha, Faik Ali ve Müfit Ratib gibi yeni bir hareket başlatmayı planlar. Ahmet Haşim de bu harekete katılır. Böylece Fecr-i Ati Encümen-i Edebisi Beyannamesi, 24 Şubat 1910'da yayımlanır. Fecr-i Ati edebiyatı, II. Meşrutiyet'in ilanından sonra Servet-i Fünûn dergisinde yayımlanan bir bildiriyle başlar.
- Edebiyatımızda ilk edebi bildiriyi (manifesto/ beyanname) yayımlayan topluluktur.
- Edebiyatımızda ilk edebî topluluktur.
-Servet-i Fünûn edebiyatına tepki olarak doğmuştur.
- "Sanat şahsi ve muhteremdir." (Sanat kişisel ve saygıya değerdir) görüşüne bağlıdırlar.
- "Edebiyat ciddi ve önemli bir iştir, bunun halka anlatılması lazımdır." görüşüne sahiptirler.
- Batıdaki benzerleri gibi dil, edebiyat ve sanatın gelişmesine, ilerlemesine hizmet etmek; gençleri bir araya getirmek; seviyeli fikir münakaşalarıyla halkı aydınlatmak; değerli ve önemli yabancı eserleri Türkçeye kazandırmak; Batıdaki benzer topuluklarla temas kurmak, böylece Türk edebiyatını Batı edebiyatına yaklaştırmak, Batı edebiyatını Türk edebiyatına tanıtmak amacındadırlar.
- Servet-i Fünûn'a bir tepki olarak ortaya çıkmasına rağmen, şiir sahasında bu edebiyatın özelliklerini sürdürürler.
- Şiirlerinde işledikleri başlıca temalar tabiat ve aşktır.
- Tabiat tasvirleri gerçekten uzak ve subjektiftir.
- Dil bakımından Servet-i Fünûn'un devamıdır. Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalarla dolu, günlük dilden uzak ve kapalı bir şiir dili oluşturmuşlardır.
- Aruz veznini kullanarak serbest müstezat türünü daha da geliştirmişlerdir.
- Fecr-i Aticiler tiyatro ile yakından ilgilenmişlerdir.
- Şiirde özellikle Sembolizmin etkisi söz konusudur. Hikâyede Maupassant, tiyatroda ise Henrich İbsen örnek alınır.
- Belli bir sanat anlayışında, belli değer ölçüleri etrafında birleşmeyi değil, ferdi hürriyeti ve bunun sonucu olarak da çeşitliliği savundukları için kısa sürede dağılmışlardır.
- Dağılmalarında özellikle Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp'in çıkardıkları Genç Kalemler dergisi etkilidir. Yani Milli Edebiyat hareketinin başlaması Fecr-i Ati'yi bitirir.
- Fecr-i Ati, Edebiyat-ı Cedide ile Milli Edebiyat arasında bir köprü görevi görür.
-Fecr-i Ati'nin en önemli temsilcisi Ahmet Haşim'dir.

- Fecri Ati Beyannamesine imza atan sanatçılar:
  1. Ahmet Haşim,
  2. Ahmet Samim,
  3. Emin Bülent (Serdaroğlu),
  4. Emin Lami,
  5. Tahsin Nahit,
  6. Celal Sahir (Erozan),
  7. Doktor Cemil Süleyman,
  8. Hamdullah Suphi (Tanrıöver),
  9. Refik Halit (Karay),
  10. Şahabettin Süleyman,
  11. Abdülhak Hayri,
  12. İzzet Melih (Devrim),
  13. Ali Canip (Yöntem),
  14. Ali Süha (Delibaşı),
  15. Faik Ali (Ozansoy),
  16. Fazıl Ahmet (Aykaç),
  17. Mehmet Behçet (Yazar),
  18. Mehmet Rüştü,
  19. Mehmet Fuat (Köprülü),
  20. Müfit Ratib,
  21. Yakup Kadri (Karaosmanoğlu),
  22. İbrahim Alaattin.
- Milli Edebiyat'ın başlamasıyla Hamdullah Suphi, Ali Canib ve Celal Sahir'in bu harekete katılmalarıyla topluluk 1912'de dağılmıştır. Yalnızca Ahmet Haşim Fecr-i Ati edebiyatının temel ilkelerine bağlı kalmış ve Milli edebiyat hareketine katılmamıştır.
- Fecri Ati'nin görüşlerini, Yakup Kadri, Celal Sahir, Ahmet Haşim, Müfit Ratip, Mehmet Fuat ve Ali Canib Resimli Kitap adlı dergide; Mehmet Rauf, Hüseyin Suat ve Raif Necdet de eleştirilere Servet-i Fünûn'da cevap verdiler.

Fecri Âti Şiiri ve Özellikleri (1909-1912)

Her türlü edebî yönelişin gerek şekil, muhteva, gerekse dil ve üslup ile ilgili birtakım tercihleri vardır. Fakat bu tercihler hiçbir edebî oluşumda mutlak özellik olarak görülemez. Bir metin bazı taraflarıyla bir oluşumu tam anlamıyla temsil ederken diğer bazı taraflarıyla ilgili grubu temsilde zayıf kalabilir. Söz gelişi Fecr-i Âtî'nin siyasi temaları tercih ettiği asla söylenemez. Fakat şiirlerindeki genel tema görünümüyle Fecr-i Âtî'yi temsil edebilen bir şairin siyasi bir şiir yazdığı görülebilir. Tahsin Nahit ve "Menfadan Avdet" (Tahsin Nahit, 1909, 1037) şiiri bu durum için örnek gösterilebilir. Aşağıdaki özellikler, Fecr-i Âtî için genel eğilimi belirleyecek türdendir.

Fecri Âti Şiiri'nin Şekil Özellikleri
a. Fecr-i Âtî şiirinde daha önceki dönemlerden gelen bütün nazım biçimleri kullanılmıştır. Fakat özellikle serbest müstezat ve soneyi daha çok tercih etmişlerdir. Fikret, müstezadı klasik edebiyatımızdaki biçiminden uzaklaştırmış, Cenap ise Fransız şiirinin tanıtıcı nazım şekli olan soneyi çokça kullanmıştır. Fecr-i Âtî mensupları ise müstezadı "serbest müstezat" haline getirerek adına "nazm-ı serbest" (serbest nazım) demişlerdir. Onların dilinde bu terim, günümüzdeki gibi vezin ve kafiye kayıtlarını tamamen atmış nazmı değil, her bir mısraı aruzun ayrı bir kalıbı veya tef'ilesiyle yazılabilen şiiri ifade ediyordu. Onların serbest müstezada çok değer vermeleri -yukarıda kısmen belirtildiği gibi- türü birbirinden bütünüyle farklı, hatta birbirinin zıddı olan her anı, her olayı ve her türlü ifadeyi dile getirmek için yatkın görmelerindendir. Fransız sembolistleri de serbest şekli aynı gaye ile tercih etmişlerdir. Fecr-i Âti şairlerinin soneyi severek kullanmaları da yine Fransız şairlerine duydukları hayranlık dolayısıyladır.
b. Fecr-i Âtî şairi bir duygulanma anını tasvir eder. Böyle bir an uzun sürmeyeceği için, onların şiiri hacim itibarıyla genellikle kısadır. Her bir mısraı ayrı uzunlukta olan serbest müstezadı sıkça kullanmaları da hem nitelik hem devamlılık bakımından birbirinden tamamen farklı bir yığın duyguyu aynı şiirde hissettirebilmek içindir.

Fecri Âti Şiiri'nin Muhteva Özellikleri
1. Fecr-i Âtî şairi marazi, melankolik ve platonik, maddeden uzak bir beşerî aşkı terennüm eder. Fecr-i Âtî şairinin en çok işlediği iki temadan biri aşk, diğeri tabiattır. Onun dilindeki aşk, doğrudan doğruya beşerî bir aşktır. Yani edebiyatımızın önceki dönemlerinde varlığı ifade edilen Tanrı aşkı, vatan aşkı, millet aşkı gibi toplumsal bir anlamı bulunduğu söylenemez. Bu aşk tamamen beşerîdir ve sadece ferdî plandadır. II. Meşrutiyet gibi cemiyetimizi topyekûn değişikliğe sürükleyen bir sosyal hadise eşiğindeki bir nesil için "aşk"ın daima ferdî planda olması ve fildişi kulesine çekilmiş bir edip tavrı, ilk bakışta tuhaf görünebilir. Gerçi onlar içinde de "Asker" şiiri yazan (M. Behçet), Girit Müslümanlarına şiir ithaf eden (E. Bülent) şairler vardı. Fakat bu nadirattan sayılacak manzumeler, genel görünüşe renk vermekten pek uzak kalıyordu.. İlham perileri hep kamer gibi soluk çehreli, hasta, saf, leylî kadınlardır.

2. Fecr-i Âtî şiirindeki varlıkların hemen hepsi bir aşk unsurudur. Çünkü onun nazarında her şey, asli varlığından sıyrılarak, insan hüviyetine bürünür. Onlar tabiat varlıklarına kendi ruh hallerini izafe etmede çok usta ve ısrarlıdırlar.

Yüzün sarardı kamer, saçlarında pür-esrâr,
Acıklı, nâ- mütenâhî yabancı hisler var...
Nasıl da lerze-i rûhunda bir elem titrer
Sen ey ipekli çocuk, ey zavallı hasta kamer...
(M. Behçet, "Kamer")

diyen şair aslında kendi ruhunu "kamer"e izafe etmiştir.

3. Bu topluluğun şiirinde mevsim ve vakit önemli bir yer tutar. Mevsim, özellikle kış veya sonbahardır. Kış, kardan dolayı tabiatın değiştirilmesi anlamına gelir. Sonbahar, hüznün ve onunla beslenen romantizmin ilham kaynağıdır. Bazen doğrudan doğruya bu vaktin adı zikredilerek onun insan ruhunda yapacağı çağrışımlar ve ilhamlar verilmeye çalışılır. Ahmet Haşim'in şiirlerinin çoğu, başlıklarıyla bile aynı ilhamı verirler: Akşam, Gece, Gece Yarısı, Seher, Mehtapta Leylekler, Karanlıkta Beyaz Kuşlar, Zulmet, Batan Ayın Kenarına Satırlar gibi... Haşim'in bazı şiirlerinde bu vakit isimleri, farklı yorumlamalara müsait yarı aydınlık-yarı karanlık atmosferin bir unsuru olarak
vardır:

(...)
Altın kulelerden yine kuşlar
Tekrarını ömrün eder ilân
Kuşlar mıdır onlar ki her akşam
Âlemlerimizden sefer eyler
Akşam, yine akşam, yine akşam,
Bir sırma kemerdir suya baksam;
Akşam, yine akşam, yine akşam,
Göllerde bu dem bir kamış olsam!
(Ahmet Haşim, "Bir Günün Sonunda Arzu")

Daha ziyade yarı aydınlık yarı karanlık vakitleri tercih eden Fec-i Âtî şairi, akşam ile şafak arasındaki bir atmosferi hasta kamerle, elmas nücumla (yıldızlarla) süsler; böylece aydınlıkta olmayan manzaranın kalan kısmını okuyucunun yorumuna bırakarak, ondan alacağı yardımla edebî metnin zenginlik kazanacağına inanır. Ahmet Haşim'in şahsi damgasını taşıyan ilk şiirleri "Şii'r-i Kamer" serisi böyledir.

Tahsin Nahid'in
"Zehebî bir sükût içinde deniz
Sessiz
Uyuyor...
Peçe altında titreyen enzâr
Gibi bir şi'r içinde hülyâdâr
Parlar;
Ezhâr-ı semâ hepsi o elmaslı nazarlar...
Neftî rü'yâlarıyla meşcerler
Nûrlu hülyâlarıyla çehre-i mâh..."

mısralarında belli bir vakit adı geçmemektedir. Fakat denizin altın renkli olması(zehebî), ay ışığından (çehre-i mah) dolayıdır. Etraftaki sessizlik ve uyuma geceyi çağrıştırırken bu tabloyu bütünleyen ve kısmen aydınlık hâle getiren, elmaslı bakı şlara benzeyen gökyüzü çiçekleridir (ezhar-ı sema).

4. Tabiatın en küçük teferruatına varıncaya kadar şiire girmesi Recaizâde ile başlamış, Edebiyat-ı Cedide ile yaygınlaşmıştı. Fecr-i Âtî şairi tabiatı altın renkli denizinden gümüş renkli böceklerine varıncaya kadar her şeyiyle şiire sokar. Bu tablo, ressam hassasiyetiyle, renk israfıyla meydana getirilir.

5. Sanatı "şahsî ve muhterem" kabul eden Fecr-i Âtî şairi, daima ferdî konuları işler. Bu konular arasında, yarı aydınlık yarı karanlık bir atmosferde idrak edilen tabiatten başka aşk da vardır.

6. Fecr-i Âtî şâiri hayallerinde daima hassasiyetin en üst seviyesindedir. Bu hayaller hep zarif ve nezîh olmalıdır. Ruh kabalığı onların semtine bile uğrayamaz.

Fecri Âti Şiiri'nde Dil ve Üslûp
1. Fecr-i Âtî'nin en göze çarpan özelliklerinden birisi kelime kadrosunda seçici olmalarıdır. Edebiyatın asıl malzemesi olan dil bahsinde onlar da Edebiyat-ı Cedideciler gibi davranarak, kelimelerin milliyetine değil ses kıymetine ve anlatılmak istenen kavramı ifadedeki kudretine önem verdiler. Böyle bir tercih onları da Edebiyat-ı Cedideciler gibi ahenk uğruna Arapça ve Farsça sözlüklerin kıyısında köşesinde kalmış bir yığın kelime kadrosunu Türkçeye sokma gayretine götürdü.
2. Fecr-i Âticilerin severek kullandıkları özel kelime kadrosu, ahenktar olmanın yanı sıra nezaket, nezahet ve zarafet ifade eden son derece yumuşak, zarif kelimelerdir. Söz konusu kelimelerden çok kullanılanları sayalım: Mesa(akşam), şeb (gece), melâl (hüzün), matem, miyah (sular), "lahn" (nağme), mîna (şarap şişesi, cam, billur, gümüş üzerine nakşedilen lacivert veya yeşil renkli sırça), cevf (boşluk), nücûm (yıldızlar), erganun, erguvanî, neftî (neft renkli), zehebî (altun renginde), zulmet, mehtâp, rüya, rûh, ervâh, riyâh(rüzgâr), elmas, çiçek, ye's, nûr, akşam, ilâhe, mülhime (ilham perisi) gibi kelimeler onların çok severek kullandıkları söz servetindendir. Özellikle "kamer", muhayyilelerini daima harekete getiren "alçak gönüllü fakat hasta bir ilham perisidir" (Levend, 1938, 288). Bu kelimelerin ortak tarafı sıfat olmaları veya sıfat gibi kullanılmalarıdır. Bundan dolayı Fecr-i Âtî şairleri, daima renkli hayat sahnelerini, tabiat manzaralarını dille canlandırmaya gayret etmişlerdir.
Her birinin şiirinden rastgele seçilecek mısralar bile bu özelliği gösterebilir. "Melâl-i mesâ" terkibi Köprülüzâde Mehmet Fuat ve Celâl Sahir'in birer şiirine, "erganun" Mehmet Behçet'in kitabına, "mina" Tahsin Nahid'in ve "mülhime" Emin Bülend'in kızına isim olmuştur. Kamer ve zulmet (karanlık) şiiri yazmamış Fecr-i Âtî şairi yoktur. Ahmet Haşim'in "Şi'r-i Kamer" serisi, hepsi için örnek metinlerdir.
Severek kullandıklarını söylediğimiz diğer kelimeler ise zaten bu şiirlerin atmosferini tamamlayacak cinstendir.

Ahmet Haşim'in "Nehir Üzerinde" şiirinden:
Yorgundu o gözlerle bakan rûh-ı melûlün
Gûyâ ki kamer!.. Sendin onun rûh-ı necîbi,
Sendin eden hüznünü mehtâba müşâbih

Mehmet Behçet'in kitabına ismini veren "Erganun" şiirinden:
Gel, dinle, mülhimem! Negamât-i leyâlimi;
Cevv-i müfekkiremde derin, gizli mâtemî
Bir ergânûn-ı rûh-ı şebâb...

Tahsin Nahit zaten "kamer şairi" diye tanınır. Onun "Ye's-i Kamer"i şöyle başlar:
Leb-i nâzım gibi cebhemde riyâh-ı eylül
Hiss-i aşkınla yanan alnımı şefkatle öper
Ah bilsen ne kadar hasta dün akşamki kamer!
T
opluluğun diğer başarılı bir şairi Emin Bülend'in çoğu şiiri de aynı kelime kadrosuyla doludur. Onun "Kış Gecesi" şiirinden birkaç mısra:
Kamer, o hasta kadın, gâze-i leyâli-i örer,
Kamer, harabelerin bir nihan zâiridir
Ki daima gecikir, nısf-ı leyl olunca gelir.
...
Hitâb-ı şi'r-i kamer arza katre katre iner,
O münzevî dolaşan lahni, gölgeler dinler...
Topluluğa mensup diğer şairlerden alınacak örnekler de muhakkak ki aynı kelime zevkinin aynası olacaktır.

3. Fecr-i Âtî mensuplarına göre meydana getirilen edebî metinde "muhakkak surette bizim faaliyet-i dimağiyemize (beyin faaliyetimize) bir hisse, bir hissei sa'y (çalışma payı) tefrik edilmelidir (ayrılmalıdır)." (fiahabettin Süleyman, 1911, 35-36) Buna göre şiirde her şey apaçık söylenmemeli, yarı kapalı bir atmosfer bulunmalıdır.

4. Şiiri yarı kapalı olarak söylemek, dilin fizikî dünya ile bağını mümkün mertebede koparması anlamına gelir. Edebiyat-ı Cedide şairlerinin de severek kullandıkları bazı kelimeler ve kendi buldukları, yeni imajları ifade için uydurdukları bir takım terkipler vardı. Ancak Edebiyat-ı Cedideciler "en müphem ve en karanlık şiirlerinde bile gerçekle olan bağlılıklarını muhafaza ederler. Fecr-i Âtî şairlerinde dil ile gerçek arasındaki bağ kopar. Onların eserlerinde kelimeler, (...) ancak kendilerinin müphem tesiriyle var olan bir his ve hayâl dünyası yaratırlar" (Kaplan, 1981, 154) Mesela "bahar-ı muattar-ı hülyâ" (hülya kokulu bahar) diyen şair önce maddi varlığı olmayan "hülya" kavramını, bir varlık gibi düşünmüş sonra ona koku izafe ederek "bahar"ın sıfatı yapmıştır. Burada şairin (Fuat Köprülü) tam olarak neyi kastettiğini fiziki dünyada gösteremeyiz. Sadece onu aldığımız tesirle yorumlayabiliriz. Halbuki Edebiyat-ı Cedide şairinin (C. fiahabettin), neyi kastettiği belli değil diye çok tenkide uğrayan "sâat-i semen-fâm" (yasemin kokulu saatler) terkibini, günün herhangi bir vakti olarak anlamak mümkündür.

Yukarıda temas edildiği üzere kelime seçimindeki tercihleriyle konuşma dilinden hayli uzaklaşmış bulunan şiir dili, Fecr-i Âtîcilerin elinde, diğer edebî türlerin lisanından da epeyce ayrılmıştır.

5. Fecr-i Âtî mensubu, şiiri öncelikle kelimelerle yapılmış bir musiki parçası olarak görür. Kelimelerin ses kudretine çok değer vermeleri bu musikiyi yakalayabilme çabasının tabii bir sonucudur. Nitekim çok saygı duydukları Cenap fiahabettin kar yağışında bir "elhan-ı şitâ" buluyor, Fransız sembolisti Paul Verlaine de "Herşeyden evvel musıkî"diyordu.

6. Renkli tablo ve ahenk tutkusu onları sıfat bolluğuyla bezekli, hareketsiz, ancak birkaç mısrada bir fiili bulunan, fiil soylu kelimelerin fiilimsi (sıfat fiil veya zarf fiil) şeklinde kullanıldığı bir cümle yapısına götürmüştür. Ahmet Haşim'in "Geldin" şiiri bunun güzel örnekleri arasındadır.

Birgün
Akşamın ölgün
Duran o nâmütenâhî ziya denizlerine
Gark olan eşcar
Gark olan ovalar,
Oluyorken sükût-ı hüzne makar
Geldin âlâm-ı kalbi teskine...
Ey şebâbın hayâl-i câvîdi
O melûl akşamın havası kadar
Gelişin bir sükûn-ı sâriydi

7. Duygu yoğunluğuna önem vermeleri ise, Edebiyat-ı Cedide'den çok iltifat gören "ah!", "of!", "ey!", "heyhât" gibi nidaları çok kullanmalarını gerekli kılmıştır:

Âh öyle yakından
Bilmem ne fısıldardı âlihem!...
Oh! Öyle bütün bûse, bütün bûse mesâfât
Ey mülhime, heyhât!
Bir şi'r-i hazîn-i ebediyyet okuyorduk
Oh! Öyle benim oldu bütün sîne-i rûhum
Bir ma'bed-i bûse..:'
(M. Behçet: "Negamât-ı Bûse")
PAYLAŞ
Banner

Danisman Hocam

YORUMLAR:

0 comments: